Çocukla sağlıklı iletişim ve etkileşim ile ilgili okudukça, ebeveynin sanki bir terapist gibi çocuğu sürekli anlaması, ona sürekli terapötik, yani iyileştirici bir şekilde yaklaşması gerekiyormuş gibi bir anlam çıkartılabilir. Ancak ebeveynlerin görevi birer psikoterapiste dönüşmek değildir. Çocuk evde bir psikoterapiste değil, bir anneye, bir babaya ihtiyaç duyar.
Çocuk hastalandığında, yani ruhsallığın doğasında olan çatışmaları çözemediğinde ne olduğunu anlamak için birine danışmak, birinden destek almak yetersiz olunduğu anlamına gelmez. Zihnin doğası gereği, dışarıdan bakan bir göz, dışarıdan dinleyen bir kulak neler olduğunu daha rahat anlayabilir.
Psikoterapide iki kişi vardır, bir kişi konuşulur. Terapist de tüm zihniyle, tüm benliğiyle, tüm ruhsallığıyla, kanlı canlı oradadır ama bireysel çalışmaları ve farkındalıkları sayesinde bunu karşısındakinden ayırmayı bilir. Terapi çalışmasını mümkün kılan şeylerden birisi de belli bir sıklıkta, belli bir süre boyunca görüşülmesidir. Bu, çok uzun süre bir arada olan anne-baba-çocuk ilişkisi ile karşılaştırılamaz bile.
Anne-babanın kendi iç çatışmalarından haberdar olması ve bu sayede bunları çocuklarına yansıtmamaları, çocuğa alan tanımaları elbette önemli ancak bu sürekli sakin kalmak, sürekli çocuğu anlamak şeklinde algılanmamalı. Zaten bu mümkün de değil, terapist olan anne-babalar için de mümkün değil.
Ebeveynlerin gelişimle ilgili de her şeyi bilmek zorunda olmadıklarını anlamaları çok önemli. Çünkü bebekler ve çocuklar gelişim yönünde doğuştan gelen bir eğilime sahiptir ve ebeveynler anlasa da anlamasa da gelişim sürecinde ortaya çıkan şeylerin birçoğu gerçekleşir (Winnicott, sf. 94).
Bu gelişim sürecinde çocuğun ihtiyacı ise anne-babasının ona ‘mükemmel’ değil ‘yeterince iyi’ ebeveynlikle eşlik etmesi.
Bunu yarına bırakıyorum.
Fotoğraf, Andrej Lisakov, Unsplash.