Category: ebeveyn

ebeveyn4

Ebeveynliğin mükemmel değil, Winnicott’un deyimiyle “yeterince iyi” olması yeterlidir. Hatalar ve kusurlar olur, olmalıdır da, çünkü bebeklerin/çocukların başarılı ve başarısız olabilen, güçlü ve zayıf olabilen, doğru ve yanlış yapabilen kişilere ihtiyaçları vardır. Hayat yolculuklarında mekanik bir mükemmellikten değil, bundan yararlanırlar.

Kritik olan, mümkün olduğunca tutarlı ve öngörülebilir olmak. Diğer türlüsü çocukta kafa karışıklığı yaratır. “Bunun için de kendimiz olmamız gerekir. Kendimiz olduğumuzda çocuklarımız bizi tanıyabilirler. Rol yapıyorsak bir gün mutlaka makyajsız yakalanırız ve gerçek kişiliğimiz ortaya çıkar” (Winnicott).
Burada “kendisi olma” konusu sahneye çıkıyor yine. Bunun olması söylemesi kadar kolay olsa bu kadar üstünde durulmazdı. Acaba anne ve baba kendilerini ne kadar ve nasıl tanımlıyorlar? Neye kızar neye üzülür neye sevinir neye dayanamaz ne sever ne sevmez ne ister ne istemezler? Anne-babadan beklenen duygularının olmaması değil (zaten bu mümkün mü ki?), onları davranışa dökmeyip, kontrol edebilmeleri. Yine, söylemesi yapmasından kolay olan bir konu.

Aynı zamanda bebek/çocuk ne olursa olsun orada olan, ne olursa olsun ilişkide kalan bir figüre ihtiyaç duyar. Eğer çocuk anne-babasını yanında hisseder, ne olursa olsun orada olacaklarına güvenir, ihtiyaç duyduğunda onları bulabilir, yok olmalarından ya da misilleme yapmalarından korkmayarak onlara kızabilir, tepkisini gösterebilirse kendi ruhsallığına çok daha rahat alan bulur ve gelişir. Tabii ebeveynler arasındaki ilişkinin çoğunlukla sakin olmasının önemi de unutulmamalı.

O çocuklar bir gün içine doğdukları evden çıkacak, başka ortamlara girecek, başka dinamiklerle tanışacak, aile içinde yaşadıklarını dışarıda tekrarlayacak/çözmeye çalışacak, oralarda da çeşitli çatışmalar yaşayacak, birileriyle ebeveynlerini çekiştirecekler. Ebeveynin görevi yine orada var olmak, çocuk geri döndüğünde onu karşılamak olacak.

Bunlar hep söylemesi yapmasından kolay olan konular.
Acaba karşılamaları beklenen tüm bu ihtiyaçlar, her ebeveynin iç dünyasında nereye oturuyor, nasıl izdüşümler yaratıyor?

Fotoğraf, Ferdinand Stohr, Unsplash.

ebeveyn3

Çocukla sağlıklı iletişim ve etkileşim ile ilgili okudukça, ebeveynin sanki bir terapist gibi çocuğu sürekli anlaması, ona sürekli terapötik, yani iyileştirici bir şekilde yaklaşması gerekiyormuş gibi bir anlam çıkartılabilir. Ancak ebeveynlerin görevi birer psikoterapiste dönüşmek değildir. Çocuk evde bir psikoterapiste değil, bir anneye, bir babaya ihtiyaç duyar.
Çocuk hastalandığında, yani ruhsallığın doğasında olan çatışmaları çözemediğinde ne olduğunu anlamak için birine danışmak, birinden destek almak yetersiz olunduğu anlamına gelmez. Zihnin doğası gereği, dışarıdan bakan bir göz, dışarıdan dinleyen bir kulak neler olduğunu daha rahat anlayabilir.

Psikoterapide iki kişi vardır, bir kişi konuşulur. Terapist de tüm zihniyle, tüm benliğiyle, tüm ruhsallığıyla, kanlı canlı oradadır ama bireysel çalışmaları ve farkındalıkları sayesinde bunu karşısındakinden ayırmayı bilir. Terapi çalışmasını mümkün kılan şeylerden birisi de belli bir sıklıkta, belli bir süre boyunca görüşülmesidir. Bu, çok uzun süre bir arada olan anne-baba-çocuk ilişkisi ile karşılaştırılamaz bile.
Anne-babanın kendi iç çatışmalarından haberdar olması ve bu sayede bunları çocuklarına yansıtmamaları, çocuğa alan tanımaları elbette önemli ancak bu sürekli sakin kalmak, sürekli çocuğu anlamak şeklinde algılanmamalı. Zaten bu mümkün de değil, terapist olan anne-babalar için de mümkün değil.

Ebeveynlerin gelişimle ilgili de her şeyi bilmek zorunda olmadıklarını anlamaları çok önemli. Çünkü bebekler ve çocuklar gelişim yönünde doğuştan gelen bir eğilime sahiptir ve ebeveynler anlasa da anlamasa da gelişim sürecinde ortaya çıkan şeylerin birçoğu gerçekleşir (Winnicott, sf. 94).

Bu gelişim sürecinde çocuğun ihtiyacı ise anne-babasının ona ‘mükemmel’ değil ‘yeterince iyi’ ebeveynlikle eşlik etmesi.
Bunu yarına bırakıyorum.

Fotoğraf, Andrej Lisakov, Unsplash.

ebeveyn2

Öncelikle, kitapta bahsedilen sohbetler annelerle yapıldığı için cümleler anneler üzerinden kurulmuştur ancak aynı durum babalar için de geçerlidir.

Winnicott’un burada üstünde durduğu nokta çok önemli. Bir an ne yaşandıysa ebeveynin o an için elinden gelenin en iyisini yaptığının altını çiziyor.
Burada kilit nokta ‘tekrar tekrar dinlemek’ kısmı. Yeterince dinlersek, anlayabiliriz.

Radikal gelebilir ancak bunu ‘kötü’ olduğu düşünülen davranışlar için dahi düşünmek mümkündür. Herkes her an ruhsallığının el verdiği şekilde davranmaktadır ve bazı anlar baş etmesi zor olabilir, elden başka türlüsü gelmeyebilir.
Bunu özellikle duyarlı ebeveynlikle birlikte gelen kaygı ve suçluluk duyguları yükseldiğinde hatırlamak faydalı olabilir.

Winnicott’un bu kitapta bahsettiği annelerin ruhsal açıdan nispeten sağlıklı anneler olduğunu bilmek de önemli. Çocuğuna sürekli kötü davranan kişi için bile aynısını düşünmek mümkün olsa da (yani o da kendi ruhsal yapılanmasının el verdiği şekilde davranıyor olsa da) o çocuğun başka bir yetişkin tarafından korunması, annenin ise bir tedaviye başlaması gerektiği gerçeği tartışılmazdır.

Bebeklerin ve çocukların neyi neden yaptığının anlaşılmasının, onlara şefkatle yaklaşmanın ne kadar önemli olduğunu çok sık duyuyoruz, bu çok doğrudur da, ancak aynı şekilde bir anne-babanın de bir dinleyeninin olması, neyi neden yaptığının anlaşılması önemlidir ve bu kesinlikle es geçilmemesi gereken bir konudur.

Fotoğraf, Paul Talbot, Unsplash.

ebeveyn1

“Fark ettim ki çocuğum ne yaparsa ben de aynısını yapacaktım.
“Bana dokunmaya, benim üzerimden hayata güvenmeye mi çalışıyor; ben de ona ve ötekilere dokunmaya çalışacak, kendime güvenmenin, ona ve başkalarına güven vermenin yeni yollarını araştıracaktım.
“Dil mi öğreniyor; kendimi ifade meselemi tezgaha çıkarıp ince ince işleyecek, yeni bir düşünsel ve duygusal dil edinecektim.
“Bana isyan edip benden ayrışmaya, bireyleşmeye mi çalışıyor; annemle ve anne ikamelerimle olan derdim çıkacaktı bu kez tezgaha, bağımlılıklarımı eşeleyecektim, ötekine karışık dokularımı ayıklayacak, ötekine dolaşık tıkanmış damarlarımı açacak, ayrıştıracak, hem ilişki içinde hem de bağımsız olmayı öğrenecektim.
“Her şeye itiraz edip dünyaya “ben” bayrağını açmaya mı çalışıyor; ben de önemli gördüğüm konularda sesimi duyurmaya, rüştümü ispatlamaya çalışacak, kendimi gerçekleştirmeye odaklanacaktım.
“Yuvaya başlayıp sosyalleşiyor mu; dışa açılacaktım ben de, yeni arkadaşlar edinecek, yeni dostluklar kuracaktım.
“Soyut düşünmeye mi başladı; felsefeyle yeniden haşır neşir olacaktım kızımla birlikte, evreni, sonsuzluğu, yaradılışı, anlamı sorgulayacaktım.
“İlkokulla birlikte yeni bir öğrenme disiplinine mi girdi; özdisiplinimin sağlamasını yapacaktım ben de, profesyonel alanda kendimi geliştirmeye ağırlık verecek, daha çok okuyup öğrenecek, yeni eğitimler alacaktım.
“Ön ergenlikte sınırlarını, belirlenmişliklerini, her şey birden olamayacağını mı fark etti; ben de çarpacaktım aynı duvara ve hevesimi yorganıma göre uzatmayı öğrenecektim, zamanıma ve kapasiteme göre ilgi alanlarımı sınırlayacak, yatayda daralıp dikey gelişmeye odaklanacaktım.
“Cinselliği mi uyanıyor; cinsellikle kurduğum ilişkiyi gözden geçirecektim ben de, sekse, aşka, yakınlığa dair atıflarımı sadeleştirecek, erotik dünyamda bahar temizliği yapacaktım.
“Ergenlikle birlikte kadın kimliğini mi inşa ediyor; içimdeki eril ve dişil ağırlık merkezlerini yeniden düzenleyecek, taşıyıcı dişil kolonlarımı güçlendirecek, kadınlığa kat çıkacaktım ben de.”
(sf.29-30)

Yazısını bitirirken ebeveynlikte kazandığı en önemli yetilerden birinin de yardım isteyebilmek olduğunu vurguluyor.

Fotoğraf Mickey-o-Neil, Unsplash