Category: zihin

zihin3

En çok ‘zihin’ başlıklı birinci postta olmak üzere, zihnin çağrışımsal çalıştığından ara ara bahsetmiştim. Şimdi buna başka bir örnek Irvin Yalom’un Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri adlı kitabından vereceğim.

Yalom’un bu kitabında bahsettiği hastalarından biri de obez bir kadındır. Bu kişi terapi sürecinde kilo vermeye başlamıştır ve bir süre sonra anlaşılır ki, seanslarında o günkü kilosunda olduğu günlere dair konulardan bahsetmektedir. Örneğin 100 kiloya düştüğünde 100 kilo, 90 kiloya düştüğünde ise 90 kilo olduğu zamanlara dair anılardan bahseder olmuştur. Yani beden algısı üzerinden zihin o zamanları hatırlamıştır, bunları konuşabileceği bir yer olan terapi odasında bahsetmek üzere uzun süre bilinçten uzakta kalan o zamanki kayıtları çekip çıkartmıştır.

Zihin böyle enteresan ve etkileyici bir yapı. Çağrışımsal çalışması ayrı, kaydedilen hiçbir deneyimin silinmiyor oluşu ayrı etkileyici.
Öznel her deneyim kişinin hikayesine yazılır, öyküsünün bir parçası olur. Belki hep hatırlanmaz ama bir olay yaşandığı an hafızaya, zihne, bedene bir şekilde kaydedilir, üzerine yenisi gelse de silinmez. Ne kadar yoğun bir deneyim olduğuna ve ne kadar derine kaydedildiğine bağlı olarak da bilinçdışında kendine uygun bir yere yerleşir ve sonraki deneyimlere çeşitli yansımaları olur.

Freud da ruhsal araştırmayı bir arkeoloji çalışmasına benzetir: Araştırılan, kazılan her katmanın altından bir katman daha çıkar.
Bu katmanların her biri kişiliğin bir parçasıdır; en üstteki katmanın neden ve nasıl öyle olduğunun belirleyicisidir, anlaşılmasına yardımcı olur.

Fotoğraf, Robert Katzki, Unsplash.

zihin2

Dün daha çok bebekle birlikte gelen çağrışımlardan bahsetmiştim. Bu durum çocuğun her yaşında olur: Anne-babalar çocuk iki yaşındayken kendi iki yaş, on yaşındayken kendi on yaş, ergenken kendi ergenlik dinamiklerine dair şeyler yaşayacaklardır ve bunlar güncel davranışlarını da etkileyecektir. Bu doğaldır. Örneğin bağımsızlığını kazanmaya çalışan iki yaş çocuğunun ebeveynlerinin ‘bağımsızlık’ konusunda kendi yaşanmışlıkları ve akıllarındaki şablonlar çocuklarına karşı tavırlarında etkili olacaktır. Çocukla birlikte ebeveynler sanki geçmişlerine doğru bir yolculuğa çıkmışlardır ve çocuğun geçtiği her evreden geçerler -kendi anne ve babalarıyla çeşitli hesaplaşmaların olması da boşuna değildir.
Dolayısıyla, örneğin iki yaş çocuğunun dinamiklerini, yani zihin meşguliyetlerini, neleri çözmeye çalıştığını, her anlamda nelerle uğraştığını bilmek o iki yaş çocuğuna ebeveyn olmayı kolaylaştırır. Bu öncelikle çocuğu anlamayı sağlayacağı için böyledir, ama aynı zamanda yetişkinin iç dünyasında nelerin tetiklendiğini bilmeyi sağlayacağı için de böyledir.

Şimdi bir de, çekirdekten sadece bir adım dışarı çıkıp büyükanne-babaları düşünelim. Bu çağrışımları onlar da yaşarlar, hatta bu çağrışımlar daha bebek doğmadan, bir torun geleceği haberi ile birlikte başlayabilir. Onlar aynı zamanda kendi çocuklarını karşılarında artık birer ebeveyn olarak görmektedirler ve farkında olarak ya da olmayarak, zihinleri hem kendi bebekliklerine hem de kendilerinin ilk ebeveyn oldukları zamana yolculuk edebilir. Bunların yanında bir de zamanın geçtiği gerçeği ile karşı karşıyalardır; artık iki alt jenerasyonun zamanı gelmiştir, sadece anne-baba değil büyükanne-babadırlar ve bu her ne kadar güzel bir şey olsa da baş etmesi kolay bir deneyim olmayabilir.
Aileye yeni bir bebek geldiğinde, yaşadığı psikolojik, hormonal ve fiziksel değişiklikler nedeniyle en zor iş yeni annenin olsa da ve en çok desteğe onun ihtiyacı olsa da, bebek dahil her jenerasyon kendi meseleleriyle uğraşmaktadır, ortalık biraz(!) karışmıştır.

Tüm bunlar ne kadar bilinçdışında yaşanıyorsa bugüne o kadar fazla yansıması olur, bu böyledir, içgörüyle birlikte değişebilir.

Fotoğraf Jakob Owen, Unsplash

zihin1

Aklımıza “birden” bir şey geldiğinde ya da “beklenmedik” bir anda duygulandığımızda, nasıl olduğunu anlamadan öfkelendiğimizde, sessizleştiğimizde, içimize kapanmak istediğimizde, dış dünyada bir yerlerde bunların bir tetikleyicisi olduğunu düşünebiliriz.

Mesela üç yaş çocukların olduğu bir yeri düşünelim. Bir kişi orada vakit geçirdiğinde kendi üç yaşına dair anıları canlanabilir ve farkında bile olmadan o döneme dair duygular uyanabilir, hatta devamında o duygular çeşitli davranışlara dönüşebilir. Bunlar bilinçli de olabilir bilinçsiz de olabilir.
Bunun aynısı aramıza bir bebek katıldığında da olur: Bebek etraftakileri kendi bebekliğine götürür. Bebek bakım veren kişiye %100 bağımlıyken etraftakiler de en bağımlı olduğu erken dönem ilişkilerine giderler örneğin. İstesek de istemesek de bu olur ve inanın, bebeklikte özellikle dil öncesi dönem ÇOK yoğun deneyimler içerir.

Yani ebeveynler bir yandan bebeklerine en iyi bakımı vermeye çalışırken bir yandan da geçmiş deneyimleri canlanmaktadır ve bu bebek bakımını oldukça zorlaştıran bir durumdur: Hem omuzlarına binen yeni sorumluluklarla uğraşmaktadırlar hem de kendi iç dünyaları mütemadiyen tetiklenmekte, zihinleri kendi bebekliklerine geri dönmektedir.

Bir şeyleri anlamak istediğimizde bu dinamiği bilmek önemlidir. Neyi neden yaptığımızı, söylediğimizi, düşündüğümüzü her zaman bilmek mümkün değildir ve bu gerekmemektedir de ama yine de böyle bir zihin taşıdığımızı bilmek değerlidir. Bilinçdışı katman yoğun bir şekilde çalışır, dolayısıyla bilinçli olarak da hem bugüne hem de geçmişe alan açmak, bu mümkünse, rahatlatıcı olabilir.

Yarın bu konuyu biraz daha örneklendireceğim.

Fotoğraf Mona Eendra, Unsplash