Category: anne

anne3

Annelerin çocuklarına karşı ara ara nefret de duymasının ne kadar normal olduğundan bahseden ve bunu çekinmeden dile getiren, anlamaya çalışan Winnicott şunların da altını çiziyor:

“Çocuklarını seven ve diğer duygularına bakmaktan korkmayan annelerden söz ettiğimi siz de anlayacaksınız. Mesela bir bebek tam olarak annenin hayalinde tasarladığı, zihnindeki bebek fikrine denk düşen bebek olmayabilir. … Şüphesiz gerçek bebek sihirle ortaya çıkmaz. Bu gerçek kız ya da oğlan, annenin hem hamilelik boyunca hem de doğum sırasında risk altında olduğu zahmetli bir sürecin sonunda dünyaya gelmiştir. Şimdi anneye ait olan bu gerçek bebek, beslenme süreci çok tatmin edici olsa bile, emerken annenin canını acıtır. Yavaş yavaş anne, bebeğin kendisini bedava bir hizmetçi gibi kullandığını, dikkat beklediğini ve başlangıçta annenin rahatıyla hiç de ilgilenmediğini keşfeder. Er geç bebek anneyi ısırır. Başlangıçta annenin bu bebeği tam kalbiyle sevmesi beklenir ve buna işin zevkli kısımları kadar hoşa gitmeyen kısımları da dahildir. Kısa bir süre sonra bebeğin anneyle ilgili yaşadığı yanılsama bozulmaya başlar. Bebek bunu, ona sunulan iyi yemeği reddederek gösterir ve anne kendisinden şüphe duyar. Bebeğin coşkulu sevgisi çıkarcı bir sevgidir, tatmin sağlandıktan sonra anne sıkılmış limon gibi fırlatılıp atılır. Sanırım bir annenin kendi bebeğinden nefret etmesine yol açabilecek sebepleri saymaya devam etmeme gerek yok.” (sf. 58)

Bu bir paragrafta derinlikli çok fazla konu var: Hayalde, zihinde tasarlanan bebek var, gerçek bebeğin ondan ne kadar farklı olabildiği var, anne-bebek arasındaki etkileşimin yoğunluğu var, annenin bebeğin gözündeki konumu ile bebeğin annenin gözündeki konumu var, dış dünyanın beklentileri var, annenin beklentileri var, bebeğin beklentileri var, çift taraflı yanılsamalar var, bu yanılsamaların bozulması var. Herhalde en önemlisi de, bu konularla da bağlantılı olan, anne ile bebeğin birbirlerine karşı hissedebildikleri ve hissedilmesi çok normal olmasına rağmen kabul edilmesi çok zor olan nefret duygusu.

Fotoğraf, Erwin Doorn, Unsplash.

anne2

Yoğunluğu zaman içerisinde değişse de, annelerin mahremiyeti/özel alanı çocuk tarafından ihlal edilmektedir. Çocuk sanki bitmek bilmeyecek bir arayıştadır ve buldukları hiçbir zaman yeterli değildir.
Winnicott annenin en derinlerdeki kaynaklarınının çocuk tarafından istila edilmesi ve annenin bu sebeple yaşayabilecekleri hakkında şunları söylüyor:

“İşin kötüsü küçük çocuk tam da annesinin sakladığı şeyi istemektedir. Eğer ortada bir sır varsa mutlaka bulunmalı ve ortaya dökülmelidir. Annenin çantası başına gelenleri bilir.”
“Bana kalırsa bu konu anne babalara, ama özellike annelere sıkıntı veren şeylerle çok yakından ilgili.” (sf. 56)

“Her çağın kendine özgü, değişik gelenekleri vardır ama küçük çocukların annelerin sırlarını sakladıkları yerin merkezini ele geçirme yönündeki olağanüstü güçlü eğilimleri hiç değişmez. Sorulması gereken soru şudur: Bir anne, çocuğu temel bir unsurdan, yani ‘annenin ulaşılabilir olduğu duygusu’ndan yoksun bırakmaksızın kendisini başarıyla savunabilir ve sırlarını saklayabilir mi? Başlangıçta çocuk anneye tamamen sahiptir ve sahip olunmak ile bağımsız olmak arasında annenin ulaşılabilir olabileceği bir orta yol kesinlikle olmalıdır.” (sf. 57)

“Bana kalırsa annelere yaşadıkları acıları ifade etme olanağı vererek yardım edilebilir. Söze dökülemeyen kızgınlık, arkasındaki sevgiyi zehirler.” (sf. 57)

“Kızgınlıklarıyla temas etmelerini sağlamanın annelere yardımcı olduğunu fark ettim. Yardıma ihtiyacı olan kadınlar için annelerin çocuklarından nefret etmelerine yol açan temel sebeplerin bir listesini yapmıştım.” (sf. 58)
(Söz konusu liste Winnicott’un ‘Karşıaktarımda Nefret’ makalesinde bulunuyor, bundan daha sonra bahsedeceğim.).

“Annenin aklında her zaman keskin bir düşünce vardır; eğer başlangıçta bebeğin bakımında başarısız olursa hayatının büyük bir bölümünde bunun bedelini ödeyecektir ama aksine görevini başarıyla yerine getirdiğinde orada minnettarlık beklemesi için bir sebep yoktur.” (sf. 58)

Fotoğraf, Jason Leung, Unsplash.

anne1

Winnicott şöyle devam ediyor:
“Kendilerini kolayca yetersiz hissederler. Her şey için kitaba bakmak ya da radyo dinlemek zorunda kalırlarsa doğru şeyi yapsalar bile hep çok geç kalmış olacaklardır, çünkü doğru olan derhal yapılmalıdır. Tam olarak doğru zamanda harekete geçmek, deyim yerindeyse hareket sadece sezgisel veya içgüdüsel ise mümkün olabilir. Daha sonrasında işin içine akıl girebilir ve insanlar ne olup bittiğini anlamaya çalıştıklarında bizim yapmamız gereken onlara bu konuda yardım etmektir. Karşı karşıya kaldıkları çeşitli sorunları, davranışlarını ve davranışlarının olası sonuçlarını tartışabiliriz. Ama bu onlara ne yapacaklarını söylemekle aynı şey değildir.” (sf. 4)
Bu son cümle çok ama çok önemli…

Winnicott anneleri anlamanın, onlara kendilerini anlamada yardımcı olmanın önemini vurgulamaktadır. Birine bir an ne yapmasının daha iyi olacağını söylemenin o an için faydalı bir tarafı olacak olsa da, bu geçici bir çözüm olacaktır. Kalıcı bir yardım için, annenin de düşünebildiği bir zamanda o kafa karıştıran, o anlaşılamayan ana geri dönüp büyüteçle yaklaşmak gerekir.
Bu da kolay bir iş değildir. Bebekle ilgilenirken, bir anne olma sürecindeyken, fiziksel hormonal psikolojik çok yoğun şeyler yaşarken, dış dünyada çok fazla şey olurken buna zaman bulmak, zaman ayırmak zordur. Yine de bir yerden başlamak, bunu mümkün olduğunca yapmaya çalışmak önemlidir. Bir şeyleri anlamlandırmak bebeğe iyi geleceği gibi anneye de kendi yolculuğunda iyi gelecektir.

Fotoğraf Bharath G. S., Unsplash.