(Dünden devam)
Genetikleri de çevreleri de aynı olan tek yumurta ikizlerinde bile bebekler ilk günden itibaren farklı deneyimler yaşamaya başlarlar. Her bebek ve çevresi arasında başka bir dans vardır. İkizlerin her biri annesine farklı yaklaşır, veya anne biri acıktığında enerjik diğeri acıktığında ise yorgun olabilir mesela. Bunlara benzer birçok nedenle annenin bebeklere karşı davranışlarında birtakım farklılıklar olur. Dolayısıyla çok erkenden bebeklerin dünya algıları farklı bir yolculuk izlemeye başlar. Farklılaşan iki çocuk ebeveynlerine farklı davranır, ebeveynler de onlara farklı davranır, bu döngü böyle devam eder.
Zaten iki yetişkin ilişkisinde de bu böyle değil midir? Herkesin belli bir karakter yapılanması olsa da, herkes her arkadaşıyla, her dostuyla tıpatıp aynı ilişkide değildir.
İlk yıllarda beyin çok yüksek bir hızda gelişir, zihinde birçok bağlantı kurulur, deneyimler kaydedilir, kişinin dünyayı algılayışını etkileyecek bir altyapı oluşur, bunlar çok doğru. Ayrıca bir deneyim ne kadar erken yaşandıysa gelişimde o kadar önemli ve belirleyicidir. Ancak beyin gelişimi ve değişimi sonra da devam eder.
İkizlerde ilk yıllarda bile olan farklılaşmalara benzer olarak, aile dışı deneyimler de herkeste farklılaşmalara sebep olur, kişilik gelişiminde rol oynar.
Çocuğun ilkokul çağında neler yaşadığı, grup oyunlarında yer alıp almadığı, akranlarının arasında ne kadar kabul edilip edilmediği, ergenliğe doğru ilerledikçe yakın bir dostluğunun olup olmadığı, ne kadar reddedilip reddedilmediği, ve benzeri birçok deneyimin kişiliğinde bir yansıması olacaktır. Ne de olsa, normal şartlar altında, bir yaştan sonra akran grubunun önemi ailenin önüne geçer.
Dolayısıyla, Judith Rich Harris’in aile içi yaşantılarının önemine yapılan vurguya karşılık getirdiği argümanlar üzerine düşünmeye değer.
Fotoğraf, Unsplash.